Teknolojik gelişmelerin beraberinde getirmiş olduğu zararlar

Teknoloji, kavramsal anlamda olmasa da yaşantıdaki yeri ve işlevi açısından insanlık tarihinin başlangıcı ile ortaya çıkmış olan bir olgudur. Çünkü bütün insanlar (yaşadıkları zaman dilimi/dönemi ve koşulları ne kadar farklı olsa da) daima "daha az enerji ile", "daha kısa bir sürede" ve "daha verimli bir şekilde" işlerini yapabilmenin yol ve yöntemlerini araştırmışlardır. Bu ve buna benzer düşünceler ile tabiattan daha fazla istifade edebilme çabası sonucu hızla gelişen teknolojinin, zaman zaman en az olumlu yönleri kadar, olumsuz yönleri de ortaya çıkmıştır. Bu olumsuzlukların sebebi teknolojinin emperyalistlerin, kapitalistlerin ve diğer sömürgeci güç veya devletlerin tekelinde bulunmasıdır. İnsanları siyasi anlamda boyundurukları altına almak ve onları daha çok sömürmek amacıyla teknolojiye amansız bir şekilde yüklenen bu vampirlerin, hem insanlığa ve hem de doğanın doğal yapısına sürekli bir şekilde verdikleri tahribatlar, artık içinden çıkılamaz boyutlara ulaşmış durumda.



İnsanlığı tehdit eden bu manzaranın kökeninde; doyumsuzluk, hırs, bencillik, önde olma sevdası, rahata kavuşma(!) ve üstünlük çabasının yanı sıra olayın sadece bazı yönlerinin görülüp diğer yönlerinin görülmemesinin (hesaba katılmaması, ihmal edilmesinin) de payı vardır. Bu durum çoğu zaman yan etkisi asıl et kisinden daha fazla olan ilaçlar misali insanların yaşamını tehdit etmektedir.

İnsanların bugün karşı karşıya oldukları felaketleri ve dünyanın ekolojik dengesinde meydana gelmiş olan tahribatları gözlerimizin önüne getirirsek, sanırım anlatmak istediğimiz mesele daha iyi anlaşılmış olacaktır. Bu tahribatlar, insanların biyolojik, fizyolojik, psikolojik ve ekonomik durumlarının tahlil edilmesinden ve buralarda meydana gelmiş olan felaketlerden çıkarmış olduğumuz sonuçlardır.

Şöyle bir gözlerimizi açıp basiretli bir şekilde Halepçe, Hiroşima, Nagazaki…v.b yerlerde meydana gelmiş olan insanlık dışı manzaralara ve kimyasal ilaçlar ile zehirli gazların doğaya ve insanlara vermiş oldukları zararlara baktığımızda söylediklerimizin hiç de soyut olmadığı açıkça görülecektir.

İklimin dengesini bozan bu zehirli gazların yanı sıra yapay yollarla besinlerin yetişti rilmesinin (genleri ile oynanmasının) de insanın biyolojik ve fizyolojik dengesinin bozulmasına ve kansere kadar varan hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olduğu bilimsel araştırmalar sonucu ortaya çıkan bir gerçekliktir.

Ayrıca sanayi atıklarının denizlere, ırmaklara ve göllere akıtılması sonucu bu sularda yaşayan canlıların yaşam koşullarının ortadan kalkması dolayısıyla telef olmalarından tutun, bu kirli suların ve suda yaşayan canlıların insanlar tarafından tüketilmesi sonucu beşikteki (hatta anne karnındaki) çocuğa kadar hemen hemen bütün insanlar zarar görmektedirler.

Yine aşırı tüketim sonucu yok olmaya yüz tutan ormanların canlılar için gerekli olan yeterli oksijeni karşılayamamaları, kirli hava nedeniyle ortaya çıkan kalp yetmezliği, akciğer ve solunum yolları enfeksiyonları gibi çeşitli hastalıklarda meydana gelen artışlar dolayısıyla insan sağlığı tehlikeye girmektedir. Günümüzde hastalık çeşitlerinin çoğalmış olması ve sağlık kuruluşları önündeki yığılmalar da bunu açıkça ortaya koyuyor.

Bilim adamlarının araştırmaları sonucu ortaya çıkan bir diğer husus da; depremlerdeki artışın en büyük sebeplerinden birinin "Nükleer Denemeler" olduğudur.

 

 


Dünyada fitne-fesat çıkarmak için sürekli sinsi planlar kuran Emperyalistlerin ellerinde bulunan bu nükleer başlıklar, kendilerine boyun eğmeyenleri zorla dize getirmek için birer tehdit unsuru olarak kullanılmaktadır. Bu gerçekleri örtmek için de her zaman hedef olarak başkalarını göstermektedirler ki, gözler kendile rine dönüp tepkilerin adresi haline gelmesinler.

Radyoaktif maddelerin kontrol edilememesi ve kullanıldıkları yerlerde sızmaların ortaya çıkması da başlı başına büyük bir felakettir.

Teknolojik gelişmelerin beraberinde getirmiş olduğu en büyük tahribatlardan biri de kitle iletişim araçlarının yanlış ve insanlığın zararına kullanılmasıdır. Kitle iletişim araçlarını ellerinde bulunduran Emperyalistlerin ve bunların işbirlikçileri olan yerel yönetimlerin bu araçları cahil ve bilinçsiz insanları ahlaktan, düşünmekten, üretmekten, yönetimden, yaşamdan koparıp kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmeleri sonucu ortaya çıkmış olan manzara, gerçekten içler acısıdır. Derin ve geniş düşünülmediğinde görülmeyen bu manzara, adeta insanların hayvanlarla aynı kefeye konulup insani özellik ve değerlerinden uzaklaştırılmalarından başka bir şey değildir.

Yine olayın başka bir boyutu, belki de en önemlisi, ortaya konulacak yaklaşım ve değerlendirmelerde fayda-zarar ilişkisinin dikkate alınarak hareket edilmesidir. Yüce Rabb'imizin içkiyi yasaklarken ortaya koymuş olduğu en önemli hakikatlerden biri de budur. Yani içkinin bazı yararları da olabilir. Fakat zararları daha fazladır. Öyleyse eğer bir şeyin zararları yararlarından daha fazla ise onun insanlığın yararına olduğunudan söz edilemez. Bu durum aynı zamanda insan fıtratına da terstir; gerek maddi (dünyevi) çalışmalarda gerekse uhrevi çalışmalarda insanın kabul edemeyeceği bir şeydir. Eğer bazı şeyler görünürde böyle gözüküyorsa bile aslında bahsettiğimiz gerçeklik değişmiyor.

Örneğin bir insan eğer malından, zamanından, çocuklarından veya canından fedakarlık ediyorsa (İlayı kelimetullah için çalıştırıyorsa), bunun sebebi Allah'ın rızasını, cennette elde edeceği daha güzel nimetleri ya da O'nun gazabının neticelerini düşündüğündendir. Hangi yönden bakarsak bakalım, kişinin bunları yaparken aslında kendisini ve elde edeceği kârı düşünerek yaptığına şahit oluyoruz. Çünkü bunları yapmazsa uğrayacağı zararın büyüklüğünü ve er ya da geç karşısına çıkacak olan faturanın kabarıklığını düşünüyor.

Böylelikle kâr-zarar hesabını yaptıktan sonra adımını atıyor. Bunu yapmayanlar ise genellikle zararlı çıkıyorlar. Bu hal sadece Allah'a inanan kimseler için değil, inanmayanlar için de geçerlidir. Örneğin birileri ticaretle uğraşırken, insanlara yardımda bulunurken, herhangi bir makam-mevkiye ulaşabilmek için çeşitli fedakarlıklarda bulunurken… kısaca bütün kararlarını vermeden önce kendi akıllarına danışıp kalplerinin sesini dinliyorlar. Eğer kalpleriyle akılları bir olup onları bir şeyi yapmaya itiyorlarsa veya bundan uzaklaşması için komut veriyorlarsa, sözkonusu şeyi büyük ihtimalle yaparlar. Burada alınan kararlar veya yapılması düşünülen çalışmanın doğru olup olmaması; kişinin kendini tanıyıp tanımamasına (veya ne kadar tanıdığına), Allah'a olan inancına, ilmine (bilgisine), iradesinin kuvvetliliğine, basiretine ve bunlar neticesinde ortaya çıkan muhakemenin dikkate alınıp alınmamasına bağlıdır. Şayet bütün bunlar dikkate alınarak ortaya konulanlarda Allah'a tevekkül ediliyorsa, işin zahiri zararlı gibi gözükse bile aslında ortaya çıkan ürün insanlığın yararınadır. Bunun karşılığı ya dünyada alınır, ya da ahirette. Tabi bunun en önemli şartı da İhlas'tır. Yani Allah rızasının esas alınmasıdır. Eğer bu ihlas başka şeyler için ise ele geçecek olan da niyet edilen şeyin kendisidir.

Eğer bir şeyin zararları faydalarından fazla olduğu halde bunun önlemi alınmıyor ve kullanılmasına izin veriliyorsa, kesinlikle bunun iyi niyetle ortaya çıkartıldığından söz edilemez. Bunun bir tek açıklaması olabilir. O da birilerinin menfaatlerinin korunmaya çalışılması olayıdır. Oysa yaşamın diğer bütün alanlarında olduğu gibi üretimde ve teknolojik gelişmelerde de fıtri değerlerin korunması ve tabii imkanlardan faydalanma özgürlüğünün doğru temelde kullanılması gerekir. Çünkü meydana gelen bu yıkım ve tahribatların çoğu özgürlükler(!) adına yapılmaktadır. Fakat netice, köleleştirme, zulüm, hakların gasp edilmesi ve bu imkanların bir ezme aracı olarak kullanılması olmuştur.

Görmek ve anlamak için bakmak, düşünmek, sorgulamak, ibret almak ve harekete geçmek gerekir. Çünkü harekete geçirmeyen tespit ve eleştiriler hiçbir anlam ifade etmez. Bu mantıkla hareket etmek doğru olmadığı gibi aynı zamanda ucuz ve basit yaklaşımlarla sorumluluğun yerine getirildiğine inanmaktır ki, bu durum kişinin sadece kendini avutması ve böylece psikolojik olarak rahatlamaya çalışmasından başka bir şey değildir.

Copyright ©2008 Kotelov Valery.